29 Mart 2009 Pazar

DEĞİRMEN

Sabah rüzgarı kuvvetli esiyordu. Değirmenin bez kanatlarının sargı iplerini çözüyordu yavaş yavaş. Oğlu yeni uyanmış gözlerini oğuşturuyordu kapı eşiğinde. Miskin miskin kaşınma diye bağırdı ona. Çayı demledim bir şeyler ye sonra kalıpları bozup parçaları çıkar. Ocağı ateşledim, yeni kalıpları diz ocağın önüne, öğleden sonra yeni parçaları dökeceğiz. Acele et, işini bitirince kasabaya inip koca karının parasını vereceksin. Bu sefer hiç etmeyeceksin o parayı, o cadaloz karı bir daha buraya gelip bağıra çağıra benden para isterse sopa delisi yaparım seni. Sonra oyalanmadan geri gel, döküm var unutma. O kadar parçayı bir başıma döktürtme bana.
Oğlu işini bitirmiş giyinmek için eve girmişti, sakat ayağını sürüyerek ocağın olduğu barakaya girdi. Kapının yanındaki masanın çekmecesinden ayırdığı parayı aldı, yanına gelen oğluna verdi. Hadi fırla, çabuk git gel sakın takılma bir yere. Ocağa yaklaştı, sıcaklığı yüzüne vurdu, bir iki demir külçe ve hurda parçası attı içine. Rengi kızıldan sarıya dönüyordu ocağın, baktı baktı ve her yer birden bu renk oldu. Ocak büyümüş büyümüş barakadan çıkmış her yeri doldurmuştu. Önünde, içinde lavlar kaynayan bir cehennem çukuru vardı artık. Elindeki maşa çatal uçlu bir kargı olmuştu. Çocuk masallarındaki şeytanlara benzemişti, derisi kuru siyah olmuş kuyruğu ve boynuzları çıkmıştı. Bir zebani oldum ben, burası da cehennem. Ölmüş babası belirdi önünde birdenbire. Büyük bir öfkeyle bağırmaya başladı babasına. Demek buradasın, burada olduğundan hiç şüphem yoktu zaten. Seni deli değirmenci seni, bana yaptıklarının cezasını çekiyor musun burada? Babası cevap vermiyordu, kendi sesi yankılanıyordu uzaklardan. Küçükken beni ne kadar çok dövmüştün, kaçıp kör demircinin dükkanına gidiyorum diye. Bana çıraklık etmiyorsun Allahın körüne ediyorsun diyordun. Sevmiyordum değirmeni, hiç sevmedim. Uzaktan görüntüsü hoşuma gidiyordu yalnız, keşke bir yabancı olsaydım da ona hep uzaktan baksaydım. Annem ölünce gittin o koca karıyla evlendin, o lanet cadıyı üvey ana diye eve getirdin. Sen öldün gittin o hala yakamdan düşmedi. Demirci kalfası oldum, dükkan açmak istedim borç olarak bile bir kuruş vermedin. Askere git gel değirmeni sana bırakacağım diyordun, bense değirmenden nefret ediyordum. Askerde dökümcülük öğrendim fabrikada, yedek subay mühendise ocağın küçüğünün planlarını çizdirdim gelirken. Kendi dökümhanemi açmak istedim kasabada, yine bir kuruş faydan olmadı. Sanki paran mı yoktu, çevredeki tek değirmenin sahibiydin, hep o cadaloz karı yüzünden, annemi süründürdün onu el üstünde tuttun. Ben de gittim o aşağılık nalburdan borç aldım yaptırdım ocağı, ırzı kırık kızını da yamadı bana, kayın babam oldu adı batsın, adamın geri zekalı oğlu beni sakat bıraktı. Kargıyla babasını çukurun içine itti. Yan ulan yan.
Karısı belirmişti şimdi de önünde. Ona da haykırmaya başladı. Namussuz karı, o genç oğlanla nasıl kaçar gidersin, boyun kadar çocuğun varken. Hiç mi utanmadın, ar damarın mı patladı? Bir derdin mi vardı ki, geçimimiz yerindeydi çok şükür, aç açıkta bırakmadım seni. Sana eziyet mi ediyordum, bağırıyordum belki ama bir fiske bile vurmadım. Hep sevmiştim ben seni oysa o deli deli bakışlarını sevmiştim, evimdeki sıcak yumuşak şeydin. Hadi beni boş verdin oğlumuzu da mı hiç düşünmedin. Ben bu itle kaçarsam bunlar nasıl yaşarlar, insan içine nasıl çıkarlar demedin mi hiç. Dükkanı günlerce açamadım, herkes arkamdan bin bir türlü hikaye anlatıyordu, yüzüme pis pis bakıyorlardı, içlerinden koca hödük bir karısına sahip olamadı diyorlardı, fıttırıyordum. Kaçtım kasabadan, dökümhaneyi de evi de değirmenin yanına taşıdım, lanet olası değirmenin yanına. Kargıyı büyük bir hırsla karısının karnına saplar kaldırır onu da çukurun içine atar. Yan ulan yan.
Şimdi sırada kim var derken, kasabanın tek nalburu kayın babası görünür önünde. Ben de seni bekliyordum şerefsiz kayınpeder. Bir borç aldık, kızını da aldık akraba olduk, şu borç bitmedi gitti yıllarca. Döktüğüm parçaları yok pahasına sayıp dünya paradan satıyordun. Emeğimi sömürdün emeğimi. İş öğrensin diye ebleh oğlunu yanıma çırak verdin o kadar istemediğim halde. Dokunmamasını elli kere tembih ettim, dolu potayı kaldırıp ayağıma düşürdü salak. Bacağım yandı, ayağım kırıldı, topal kadım. Aylarca şehirde hastanede yattım, ayağımı keseceklerdi nerdeyse. Dökümhaneyi büyütmek için para biriktirmiştim, onlar da çarçur oldu. Bir daha hiç o kadar para biriktiremedim. Başladığım gibi hala her şey. Koca karı geldi senin sıranı savayım, haydi aşağıya. Yan ulan yan.
Ulan koca karı, senen bana rahat yok mu. Babam öldü unuttun mu, iftiralar uydurup beni ona dövdüremezsin artık. Ben ona senelerce analık ettim o bana bakmıyor diyormuşsun her yerde. Ne analığı be, sen bana işkence ettin işkence. Anamın kesip attı tırnak bile olmazsın sen. Değirmenden hissene düşen payı veriyorum işte daha ne istiyorsun benden. Eksil gözümün önünden haydi çukura. Yan ulan yan.
Değirmeni elimden çıkarmaya çalıştım, birkaç sefer almak isteyen çıktı üç kuruş para teklif ettiler koca değirmene. O müşterilerin hepsi önündedir şimdi. Ulan şerefsizler benim alnımda enayi mi yazıyor, sevmesem bile o paraya satar mıyım değirmeni. Yürüyün lan aşağı. Yanın ulan yanın.
Bu sefer önünde büyük bir kalabalık toplanmaya başlar. Konu komşu, akrabalar tanıdıklar derken bütün kasaba toplanır. Hayatı dünyayı dar ettiniz lan bana. Kendi halinde bir adamdım, hanginize bir fenalığım dokundu. Kaçırttınız beni, değirmenle baş başa bıraktınız. Kötüsünüz lan hepiniz kötüsünüz. Çukura atacağım hepinizi. Birer birer düşün aşağıya yan ulan yan sen de, sen de, sen de, hepiniz yanın.
Başını göğe kaldırır, kızıl gök yüzü mavi berrak olur. Anne, canım annem, senin de cennette olduğundan hiç şüphem yoktu. Kanatların var, çocukken hayal ettiğim gibi melek olmuşsun demek. Ben de senin gibi melek olmak isterdim. Bu insanlar beni zebani yaptılar anne, hepsini lav çukuruna attım ben de. İnsanlar çok kötüymüş anne bilemedim, çok küçüktüm sen öldüğünde aklım ermedi. Bu kötü insanlar yüzünden mi erken öldün? Canım annem seni çok özledim.
Oğlunun seslenmesiyle irkilir, kendine gelir. Saatlerdir ocağın başında dikilip kalmıştır. Oğlu kasabaya inince koca karıya gitmemiştir. İki arkadaşıyla buluşur, beraber büyük şehre gitmeye karar vermişlerdir. Bir tanesine tren bileti alması için para verirler. Koca karıya vermediği paraları yolluk yapacaktır kendine. Babasına önce ki parayı da kaybettiğini söyleyip saklamıştır. Kaçıp gitmeliyim buradan, ne değirmeni istiyorum ne ocağı. Kendi delirdiği gibi beni de delirtecek bu adam. Bunu ona nasıl söylemeliyim? Sabah bavulumu alır çıkarım karşısına, saldırmaya kalkarsa koşar kaçarım, topal ayağıyla kovalayamaz beni.
Dökümü yapıp kalıpları soğumaya bırakırlar, akşam olmaya başlamıştır. Beraber değirmenin kanat bezlerini sarıp bağlarlar. Sabah uyandığında barakaya bakar önce, oğlu kalıpları daha bozmamıştır. Ulan piç kurusu yatıyor musun hala? Elinde bavuluyla evden çıkar oğlu. Gidiyorum ben baba. Nereye gidiyorsun. Büyük şehre gideceğim, orda çalışacağım, burada durmak istemiyorum. Seni anasının oğlu seni. Sen de demek çekip gideceksin anan gibi. Nankör köpek. Gül gibi işimiz var işte daha ne istiyorsun? Senin değirmeni sevmediğin gibi ben de dökümcülüğü sevmiyorum. Bu dağ başında demir dökeceğime gider şehirde inşaatlarda çalışırım. Peki ulan git defol, gözüm görmesin, ben her işi yalnız yapabilirim, sakın döneyim deme buralara, helallik de isteme benden. Beni bir başıma bırakıp giden evlada hakkımı helal etmiyorum. Tepeden inen patikada oğlu kaybolana kadar arkasından bakar.
Oğlu gideli bir süre olmuştur. İşleri yalnız yapmaya iyice alışmıştır. Bir gün yine ocağın başında maşayla curuf alırken hayale dalar. Oğlunun doğduğu günü hatırlamıştır. Kasabadaki evlerinin kapısının önünde sıkıntıyla oturuyordur. İçeride bir telaş vardır. Karısının çığlık seslerine evdeki kadınların anlaşılmaz konuşmaları karışıyordur. Kadınlardan biri onu içeri çağırır, ağlama sesini o zaman duyar. Al bakalım oğlunu kucağına deyip bebeği ona uzatırlar. Bebekle konuşmaya başlar. Sen gideli üç aydan fazla oluyor. İşleri yalnız yapmaya alıştım ama yokluğuna alışamadım. Giderken sana söylediklerimden dolayı pişmanım. Sen benim yapamadığım şeyi yaptın. Buradan çekip gittin. Bunu ben yapamadım işte. Sen daha küçükken buralardan gitmeliydik. Yada askerden sonra hiç dönmemeliydim. Yapamadım işte ama sen yaptın, takdir ediyorum seni. Babalık hakkım sana helal olsun çocuk.
Göğsünde bir sancıyla hayali dağılır. Başı dönüyordur. Barakadan çıkar sırt üstü yere düşer değirmene karşı. Ucu kızgın maşayı değirmene fırlatır, bez kanatlar hemen alev alır. Son nefsiyle bağırır, yan ulan yan döne döne ömrümü çürüttün.












21 Mart 2009 Cumartesi

FENER

İhtiyar balıkçı evinin balkonundan boş gözlerle denize bakıyordu. Kucağında torunu vardı. Bugün onun hayatındaki en zor gündü, karısının cenaze günü. Mezarlıktan eve henüz dönmüşlerdi, taziyeye gelen eş dost, konu komşu yeni ayrılmıştı evden. Kızı, damadı ve kucağında torunuyla kalmıştı ihtiyar balıkçı. Kızından başka çocuğu yoktu. Torunu üç yaşlarında altın sarısı saçları, koca kara gözleri olan çok sevimli bir çocuktu, hiçbir şeyin farkında değildi, dedesinin sacı sakalıyla oynuyordu. Balıkçı onu bütün gün kucağından indirmemişti, bu çocuk olmasa bugün geçmezdi diye düşünüyordu. Damadı tahsilli efendi bir gençti, memurdu ve kızıyla evlendikten sonra uzak bir şehre tayini çıkmıştı. Bu nedenle pek sık görüşemiyorlardı, birkaç gün sonra da geri döneceklerdi. İhtiyar balıkçı karısı hastalandıktan sonra balıkçılığı bırakmıştı, bırakmak zorunda kalmıştı aslında. Ameliyat ve tedavi masrafları için para lazımdı ve elindeki para edecek tek şey teknesiydi. Tayfalarını başka teknelere yerleştirdi, içi kan ağlayarak ama tereddütsüz sattı teknesini. Kızı babasının kendileriyle gelmesini istiyordu, kocasının buna itiraz etmeyeceğini hatta onun da bunu istediğinden emindi. Balıkçı gitmek istemiyordu, kendini sığıntı gibi hissedeceğini biliyordu, bir de onların yaşadıkları şehir buradan çok uzaktı ve deniz kenarında değildi. Denizden uzak kalma fikri balıkçının hiç hoşuna gitmemişti. Yalnız kalacağını, onları ve özellikle torununu çok özleyeceğini bile bile onlarla gitmedi. Belki ileride gelirim diye geçiştirdi tekliflerini. Kızı da fazla üstelemedi, babasının inadını kıramayacağını bilirdi.
Balıkçının yeni bir tekne alacak parası yoktu. Olsa bile yeni bir tekne almayı göze alacak kadar kendini zinde ve genç hissetmiyordu. Karısını kaybetmenin acısını üzerinden atamamıştı. Başka teknelerde de çalışmazdı, bu küçük sahil kasabasındaki balıkçıların hepsi arkadaşıydı, yaşından ve saygılarından ona iş yaptırmazlardı ki. Misafir olarak her tekneyle istediği kadar balığa çıkabilirdi. Zaten ilk günleri de böyle geçirdi. Evde sıkılıyordu, sabahın köründe iskeledeki çıkmaya hazır herhangi bir tekneye atıyordu kendisini. Bir gün Liman Başkanlığından bir haber geldi; yakınlarda bir tepede olan eski bir deniz feneri vardı, fener görevlisi işi bırakıyordu ve yeni bir görevli aranıyordu. Arkadaşlarına daha fazla ağırlık olmak istemeyen balıkçı bu göreve talip oldu. Liman Başkanı eski bir arkadaşının oğluydu, başkan güvenilir bir adam olan balıkçıya hiç düşünmeden bu görevi verdi.
Balıkçının köhne bir kamyoneti vardı, balık kasalarını hale taşımak için almıştı vakti zamanında. Evini kapadı, yatağını yorganını, çok sevdiği pikabını ve plakları ile birkaç parça eşyasını kamyonete yükledi, fenerin yolunu tuttu. Eski fener görevlisi onu bekliyordu, gerekli bilgileri verdi ve gitti. Balıkçı yıllardır fenere gelmemişti, denize açıldığı zaman uzaktan görürdü sadece. Gençliğinde, fener görevlisi bir arkadaşının babasıydı, o vakitler çok sık geldiğini hatırladı buraya. Zaman içerisinde fenerin çok bakımsız kaldığını gördü ve üzüldü. Fener görevlisi lojmanı küçük bir evdi. Bir salon, küçük bir oda ve zeminden döşemedeki kapısı kaldırılarak inilen bir bodrumdan oluşuyordu. Mutfak salonun bir köşesinde açıktı, banyo tuvalet girişin yanına sonradan yapılmış derme çatma bir bölmeydi. Salonun ortasında geniş bacalı, büyük ağızlı bir ocak vardı. Evin virane görünümüne karşın bu ocak balıkçının çok hoşuna gitmişti. Çocukluğunda evlerindeki ocağı hatırlatmıştı ona. Fenerin durumu da içler acısıydı. Jeneratör arızalıydı, elektrik tesisatı çok eskiydi, lambanın aynaları kararmıştı ve çok sönük yanıyordu, boyası yer yer dökülmüş, balkonun korkulukları çürümüştü.
Feneri tamir etmek istiyordu balıkçı. Önce evden başlamalıyım diye düşündü, tepeme çökmeden onarmalıyım onu. Kasabaya gidip bir miktar malzeme aldı, evin içini dışını yeniden sıvadı ve boyadı. Uğraştıkça daha büyük bir tadilat gerektiği ortaya çıkıyordu. Ev neyse de diyordu kendi kendime ve kendi paramla feneri onaramam. Bir yerden para bulmalı diye düşündü. Liman Başkanına gidip ödenek istedi; Başkan ihtiyar balıkçıyı kıramadı fener için bir miktar ödenek ayırmaya razı oldu. Para olunca işler de hızlı yürüyordu, boyacılar tutuldu fenerin etrafına iskele kuruldu. Fener kulesi beyaz boyanınca gelin gibi oldu, ortasına geniş bir lacivert şerit de boyandı. Elektrikçiler geldi, tesisat yenilendi, yeni bir jeneratör alındı, lamba aynaları silindi kırılmış olan birkaç tanesi sipariş ile getirtildi. Ödenek çok değildi ama balıkçı parayı dikkatli harcayarak nerdeyse tüm tadilatı yaptırmayı becerdi. Fener çiçek gibi olmuştu artık. Bir şey eksik diye düşündü balıkçı güzel bir bahçe yapmalı bir bahçe kalıntısı vardı zaten fenerin çevresinde bunu da yenilemeliydi. Bahçeyi düzenlemeyi de kendisi yapacaktı, çok güzel bir meşgale olacaktı bu onun için. Bahçe işlerini bitirdikten sonra da bodrumu atölye haline getiririm ufak tefek ahşap ve seramik işleri yaparım diye düşünüyordu. Fener, balıkçıyı yeniden hayata bağlamıştı, yaslı hali kalmamıştı kendisini çok iyi hissediyordu.
Eskisinden çok daha parlak yanan feneri gören balıkçılar ve gemiler düdük çalarak selamlıyorlardı feneri. Bu çok hoşuna gidiyordu balıkçının ve bir karşılık vermek gerek diyordu. Feneri yakıp söndürebilirim diye düşündü ama bu mevzuata aykırıydı. Bir gün kasabada bahçe için malzeme alırken hurdacının birinde eski bir gemi çanı gördü ve hemen aldı. Çanı temizleyip fenerin balkonuna astı, artık düdük çalan gemilere ve teknelere o da çan çalarak cevap veriyordu.
Bahçeyle uğraşmak balıkçıyı mest ediyordu. Her zaman ki gibi sabahın köründe kalkıp oradan oraya koşuyordu, akşam olunca da bayılır gibi yığılıp kalıyordu yatağına. Kuruyan ağaçları kesmişti, ocakta yakmak için kütük çıktı diye seviniyordu, kurumamış ağaçları budadı, yeni fidanlar dikti, sebze fideleri ve çiçekler için ayrı yerler hazırladı. En son çit çekip boyadı, fenerin dört başı mamur bir bahçesi olmuştu artık.
Şimdi sıra bodruma kurmayı düşündüğü atölyeye gelmişti. İlerlemiş yaşına rağmen el becerisinden bir şey kaybetmemişti ve bu beceriyi daha da geliştirmek istiyordu. Sağlam bir tezgah yapmak için bir miktar kereste aldı, iyi bir mengene, bir sürü testere, el aletleri, boyalar, ahşap malzemeler, seramik çamurları ve alçı aldı. Birikmiş fener görevlisi maaşlarını bu işe yatırmıştı. Pazarcı bir arkadaşı vardı, yaptığı küçük ahşap sandıkları, süs eşyalarını tekne maketlerini onun tezgahına bırakıp sattırmayı düşünmüştü. Bu işten para kazanmayı aklının ucundan bile geçirmemişti, boş vakti çoktu ve o boş durmak istemiyordu. İlk yaptığı birkaç parçayı arkadaşının tezgahına bıraktı, tek tük alan oluyordu ahşap işeri. Kasabada hediyelik eşya satan bir dükkan da vardı. Burada daha çok biblo tarzı hediyelik eşyalar satılıyordu. Balıkçı bir gün bu dükkandaki biblolara bakarken kendisinin de fenerin biblosunu yapabileceğini düşündü. Fenere döndü, atölyeye girdi bir kalıp alçı döktü, sertleşmesini bekledi ve kazıyarak fenerin şeklini verdi. Aslına uygun olarak feneri boyadı. Ertesi gün bunu hediyelik eşya dükkanına götürdü. Dükkan sahibine bu biblolardan yapsam alır mısınız diye sordu. Dükkan sahibi bibloyu çok beğenmişti, yöresel bir bibloyu özellikle yazın gelen turistlere satabileceğini düşündü ve balıkçıya ne kadar yaparsan almaya razıyım dedi.
Balıkçı ilk yaptığı örnekten bir kalıp çıkardı ve bir sürü biblo yaptı. Bir tanesini özene bezene sarıp paketledi ve torununa gönderdi. Balıkçının fenerde ki günleri çoğunlukla yalnız geçiyordu. Bazen eski arkadaşları komşuları uğruyordu bazen de meraklı yabancılar feneri görmeye geliyorlardı. Balıkçı bu yabancılara feneri gezdirip geçmişiyle ilgili bilgi veriyordu, bu kısa turist rehberliğinden çok keyif alıyordu. Misafirlerine çay ikram ediyor ve biblolardan hediye etmeyi ihmal etmiyordu.
Fenere yerleşeli iki sene olmuştu, tadilatlar atölye işleri derken bir günü bile boş geçmemişti balıkçının. Keyfi morali çok iyiydi ama beden sağlığı açısından kendini iyi hissetmiyordu. Geceleri soğuk soğuk terliyor, çabuk yoruluyor, bazen atölyede uyuya kalıyordu. Çok zamanım kalmadı artık diyordu kendine ama bir de bunu teyit ettirmeliyim. Büyük şehre hastaneye gitti, muayene ve tetkik sonuçları beklediği gibiydi, fazla zamanı kalmamıştı. Doktorların hastaneye yatırma tekliflerini kabul etmedi. Cennet köşesi gibi feneri varken, hastane köşelerinde ne işi vardı sonra fenere kim bakardı. Madem zamanı azdı hazırlıklara başlamalıydı. Önce evini ve kamyonetini sattı. Kızının yeniden bu kasabaya dönmeyeceğinden emindi, bu ev onun bir işine yaramazdı ama parasını değerlendirebilirdi. Özellikle bu paranın, torununun tahsilinde kullanılmasını istiyordu. Paranın bir miktarını ayırdı kalanını bankaya kızının adına yatırdı. Karısının mezarını yaptırdı ve yanındaki yeri kendisi için satın aldı. Kızını torununu son bir kez görmek için yanlarına gitmeyi düşündü, ama yol çok uzundu ve yolda ölebileceği korkusuna kapıldı. Hayır yollarda ölemezdi. Durumunu anlatıp onları çağırmak da istemiyordu bu onları erken üzmek olurdu. Annesinin hastalığında kızı yeterince yıpranmıştı. Yine de durumu açıkça belirtmese de hissettiren bir mektup yazdı.

Sevgili Kızım,




Fener görevlisi olduğumu ve fenere yerleştiğimi biliyorsun. Ev boş kalmıştı ve çürüyordu. İyice virane olmadan evi sattım. Kamyonet de çok eskidi, onu da sattım. Ben de çok eskidim ama daha kendimi satamadım. Bu yaştan sonra bu paraları harcayacak halim yok. Çeyiz olarak sana pek bir şey verememiştik, bu paradan da seni mahrum edecek değilim. Sizler hayırlı birer ana baba olarak çocuğunuzun iyi bir tahsil yapmasını istiyorsunuzdur. Ben de torunumun ileri de kardeşleri olursa torunlarımın iyi bir tahsil yapmasını istiyorum. Adına bankaya yatırdığım cüzi parayı bu amaç için kullanmanı senden rica ediyorum. Hepinizi çok seviyorum. Allahaısmarladık.





Baban.

Bir diğer yapılması gereken iş Liman Başkanlığına haber vermekti. Sağlık sorunları nedeniyle ayrılması gerektiğini ve yerine yeni bir görevli aramalarını haber verdi. Yeni görevli gelene kadar fenerden ayrılmayacaktı. Eskiciden sarkaçlı bir saat aldı ve fenere getirdi. Uzunca bir süre çalışacak kadar saati kurdu ve saat mekanizmasını fenerin elektrik tesisatına bağladı. Akşam saat altı olduğunda fener yanacak sabah saat altıda sönecekti. Fener otomatik hale gelmişti ve yeni görevli gelmeden ölürse bir aksaklık olmadan yanmaya devam edecekti. Atölyesine indi tezgahını toparladı son bir biblo yaptı ve boyadı. Fenerin biblosu değildi bu, küçük bir çocuk biblosuydu, tıpkı torununa benzeyen küçük bir çocuk.
Yeni fener görevlisi orta yaşlı bir gemiciydi, bir kaza geçirip topal kalmıştı, gemilerde çalışamadığı için bu işi bulmuştu. Fenere karısıyla beraber geldiler. Ortalıkta kimseler görünmüyordu evin bütün camları açıktı ve anahtarı kapının üstündeydi. Önce girmediler seslendiler, cevap alamayınca içeri girdiler. Masanın üzerinde bir mektup buldular.

Merhaba,






Fenere hoş geldiniz. Ben sizden önceki fener görevlisiyim. Bu mektubu okuduğunuza göre ben öldüm demektir. Sizleri canlı karşılamayı isterdim ancak ömrüm buna vefa etmedi. Dikkat ettiğiniz üzere bütün camlar açıktır. Cesedim evi kokutmasın diye bunu yaptım yine de kokuyorsa çok özür dilerim. Beni içeride yatağın yanında denize bakan camın önündeki koltukta bulacaksınız. Sizler için korkunç kötü bir manzara olabilir, belki daha önce hiç ölü görmediniz. Bunun için de çok çok özür diliyorum. Ocağın üstünde ki kutuda bir miktar para var sanırım cenazem için fazlasıyla yeter. Artanını size bırakıyorum dilediğiniz gibi harcayabilirsiniz. Başınıza açtığım sıkıntı maddi olarak ölçülmez ama onun bir karşılığı olarak düşünebiliriz. Kasaba yetkililerine telefonla haber verirseniz beni alır götürürler. Arayacağınız numara telefonun yanında yazıyor. Sizden tek bir ricam fenere çok iyi bakmanız. Ben geldiğimde buranın hali perişandı şimdi ise çok güzel bir yer, bununla öğünüyorum. Bodrumda küçük bir atölye kurdum, eliniz yatkınsa burayı da dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Ömrümün son iki senesini burada çok büyük bir mutluluk içerisinde geçirdim. Sizlerinde bu fenerde mutlu günler geçirmenizi temenni ederim. Mektuba ek olarak masada tüm teknik donanımla ilgi bilgiler içeren kağıtlar bulacaksınız. Yapılması gereken her şeyi bu kağıtlarda detaylı olarak açıkladım. Yeni göreviniz hayırlı uğurlu olsun.





Eski Fener Görevlisi.

Yeni fener görevlisi telefonla haber verir. Balıkçıyı almak için bir ambulans gelir. Görevliler balıkçıyı oturduğu koltuktan sedyeye alırken avucundan yere, yaptığı en son biblo düşer.