30 Ekim 2008 Perşembe

Mühür

Olmuyor güzelim olmuyor,
Açılmıyor bu gönül yeniliklere.
Şarkılar söylüyorum,
Şiirler okuyorum boş eve.
Duvarlar bile dinlemiyor.
Tek bir söz yetecekken,
Her şeyi değiştirmeye,
Bir uçurum eşiğinde,
Dolaşmam niye?
Kafa kağıdımın üstünde,
Soğuk bir mühür var.
Var olduğumu gösteren.
Nüfus memuru basmış olacak,
Vakti zamanında.
Kalbimde de bir soğuk mühür var.
Yok olduğumu gösteren.
Onu da sen basmış olacaksn.
Hiç bilmediğim bir anda.

29 Ekim 2008 Çarşamba

BARBEKÜ SEFASI

Hayatım boyunca hep şömineli bir evim olsun istedim. İlk defa şömineyi daha küçük bir çocukken bir bayram ziyaretinde annemle gittiğimiz bir aile büyüğünün evinde görmüştüm. Şömineye hayran kalmış, dakikalarca gözümü kırpmadan bakmıştım. O gün bugündür nerede bir şömine görsem içim gider. İnşallah bir gün benim de olacak diye dua ederim.
Memuriyetim sayesinde yurdun dört bir yanını gezdim ve gezmeye devam ediyorum. Gittiğim yerlerde şömine sevdam yüzünden şömineli bir ev kiralamak istediysem de bunu bir türlü yapamadım. Bazı yerlerde değil kiralık şömineli bir ev, şömineyi bilen birini bile bulmak zorken bazı yerlerde de ateş pahası kiralardan dolayı böyle bir eve yerleşmek mümkün olmadı. Yaşım ilerledikçe ve memurluğumun bilincine iyiden iyiye varınca, bendeki bu şömineli ev aşkı normal ev aşkına döndü. Şömineli evden geçtik bari sıradan bir ev alayım da dikili bir ağacım olsun diye düşünüyordum. Ama memur maaşıyla bu da hayli zor bir işti.
Bir gün bizim rahmetli kayınvalidenin mirasından bizim hanıma düşen pay geldi. Gelen para çok büyük bir meblağ değildi, tek başına bir mülk almaya yetmiyordu. Biz de hanımla düşündük taşındık - bu paranın üzerine elimizdekileri eklesek de bir ev alamıyorduk ama - bari küçük bir yazlık alalım diye karar verdik. Hanımın memleketine çok yakın, bizim akrabaların da yazlıkları bulunan küçük bir sahil kasabasında alacaktık yazlığı. Ben ne zaman biteceği meçhul olan bir kooperatifteki hissemi sattım, karım birkaç parça olan altınlarını bozdurdu, üzerini de banka kredisiyle borç harç tamamlayıp bir yazlık parasını cebimize koyduk. Küçük sahil beldesine gidip akrabaların da yardımlarıyla satılık yazlıklar aramaya başladık. Bu ev alma durumu benim şömine hastalığımı nüksettirdi, şömineli evlerden fiyatları yüzünden vazgeçtik. Bundan dolayı ben yazlık alma işinden iyice soğumuştum ki bir sitedeki evleri görmeye gittik. Bu evlerin şömineleri yoktu ama barbeküleri vardı. Ben daha barbeküyü görür görmez yazlığı bu siteden almayı kafama koymuştum bile. Bize daha iyi evler göstermişlerdi ama onların şömine veya barbeküleri olmadığı için gözümde hiç değerleri yoktu. Üstelik bu ev paramıza da uygundu. Hanım biraz mırın kırın etti ama sonunda evi aldık.
Yazlığı ilkbaharda almıştık. Yaz gelince hemen yıllık iznimi aldım, bir kamyon tutup birkaç parça eşyayla yazlığımıza yerleştik. Yerleştiğimizin ilk günlerinde ben saatlerce balkonda oturup barbeküye bakıyordum, sağını solunu inceliyordum. Bir gün sitenin önündeki sokaktan geçerken evlerin hepsine dikkatle bakıyordum. Evler aynı biçimde yan yana sıralanmıştı ve hepsinin barbeküleri vardı. O zaman kafama dank etti, benim barbeküm farklı olmalıydı.
Barbekü kırmızı dekoratif tuğlalardan yapılmıştı. Daha evvel bir yerlerde görmüştüm bu tip tuğlaların üzerine vernik sürüyorlardı. Hemen işe koyuldum evin ahşap kapı çerçevesi için aldığım verniği tuğlalara sürmeye başladım. İşim bitince her açıdan ve çıkıp sokaktan da baktım, pek bir hoş ve diğerlerinden farklı görünüyordu artık barbeküm. Ancak bu çalışmam yeterli değildi, bir eksik vardı. Siyah boya alıp tuğlalar arası derz boşluklarını da siyaha boyadım. İşte şimdi barbeküm kendini bulmuştu, dışarıdan hemen dikkat çekiyordu. Geceleri de barbekünün içerisinde kırmızı gece lambası yakıyordum. Hanım ve çocuklar bana çok kızıyorlardı “burası şey evi mi” diye ama olsun ben yine de yakıyordum.
Bir sabah ben yine erkenden kalkmış balkonda hayran hayran barbeküye bakarken hanım geldi ve dedi ki; “o kadar uğraştın bu barbeküyü güzelleştirdin bari et al da bir barbekü sefası yapalım”. Bizde malum borç gırtlakta, öğünleri patates ve makarna ile geçiştiriyoruz, et almak o kadar kolay mı!? Yine de hanıma ertesi gün et alıp mangalda pişireceğimi söyledim. Bu barbekü sefası ne kadar bilinçaltıma işlemiş ki o gece rüyama girdi. Pirzolaları, şişleri hazırlıyorum, balıklar tavuklar kızartıyorum, patlıcan biber közlüyorum, küllere patates gömüp kumpir bile yapıyorum.
Ertesi gün akşam üstü doğru kasaba gittim, alacağım et topu topu bir kiloyken ben dükkanın tamamını alacakmışım gibi bir edayla “bu akşam barbekü yapacağım da, bana iyisinden pirzola ve şiş için kuşbaşı ver” dedim. Kasaptan çıktıktan sonra mangal kömürü ve bir de büyük rakı alarak eve geldim. Gözümü karartmış paraya kıymıştım, rakısız barbekü sefası mı olurmuş!? Etleri kendi elimle terbiyeye yatırdıktan sonra kömürü barbeküye koydum biraz gazete ve ispirto ile tutuşturdum. Hemen içeri girip ızgaraları temizleyeyim derken balkona bir baktım göz gözü görmüyor. Fırladım çıktım hemen, balkon nasıl duman nasıl duman… Hani kapalı bir yer olsa anında boğulacağım. Hanım da hemen koştu su dökerek ateşi zar zor söndürdük. Ben barbekünün bacasında bir kusur olacağına ihtimal vermediğimden kusuru kömürde buldum. O kadar sinirlenmiştim ki kömürleri alıp götürüp satıcının kafasına atacakken hanım yapıştı koluma. “Dur” dedi “hemen parlama, önce çatıya çıkıp çatıya bir bakmalı, baca sağlamsa ondan sonra gidersin”. O saatte çocuklar evde olmadığından mecburen çatıya ben çıktım. Baca ilk görünüşte sağlamdı, hanıma seslendim; “sen barbekünün önünde dur da ben bacanın içine tüküreceğim bakalım aşağıya düşecek mi?”. Dilim damağım kuruyana kadar tükürdüm ama bir damla bile tükürük barbekünün içine düşememişti. Demek ki baca tıkalıydı. Bir bacacı bulup temizletmek gerekiyordu. Oflaya puflaya çatıdan indim, bu sırada beş altı tane kiremit kırmıştım ama bu moral bozukluğu ile üzerinde bile durmadım. O akşamki yemeği bir cenaze yemeği havasında yedik. Hazırladığım etleri hanım mecburen tavada pişirdi. Kendimi ızgara ete öyle bir şartlandırmıştım ki yediklerim sanki bana taşmış gibi geliyordu. Aldığım rakının da yarısından çoğunu içince sızmışım.
Ertesi gün öğlene doğru başım çatlarcasına uyandım, derhal evden fırlayıp bir bacacı buldum. Bizim site daha yeni yapıldığından bacayı inşaat artıkları tıkamıştı. Yazlık yer tarifesi, bacacı da anasının nikahını istemişti. Mecbur verdik temizlettik bacayı. O gün de çalıştığım daireden telefon geldi. Bazı işlerin içinden çıkamıyorlarmış, müfettişler de gelecekmiş, acele geri gelmemi istiyorlardı. Biz de ailecek tatili yarıda kestik geri döndük. İlk yazki barbekü sefamız fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
O yıl gelecek yazı iple çekmekle geçti. Yaz gelince iznimi alıp bir gün bile boşa geçirmeden yazlığa gittik. Gittik ama yazlıkta bir tufan başlamış, lodostan barbekü yakmayı bırak balkona bile çıkılmıyor. Bu böyle bir hafta kadar sürdü. Bir gün akşam üstüne doğru lodos kesilince, hanıma dedim “rüzgar durdu ben et almaya gidiyorum, sen de akrabalara haber ver bir barbekü sefası yapalım”. Hanım “boş ver” diyordu “lodos yağmur getirir şimdi yağmur yağacak”. Ben dinlemeden fırladım. Etleri, rakıyı, kömürü aldım geldim. Hanım da misafirleri çağırmış, onlar da bir süre sonra geldiler. Hepsi ağız birliği etmiş “yapma, etme yağmur yağacak” diyorlar, “bize inanmıyorsan bulutlara bak” diyorlar ben hiç dinlemiyorum. Tam etleri pişirmeye başlarken gök gürültüsüyle bir yağmur başladı, nerdeyse bizim balkonu sel götürecek. Herkes içeri kaçtı ben inat ettim giydim yağmurluğumu etleri pişirdim. Pişirdim ama iyice keyfim kaçmıştı, işim bitince ben de içeri girdim. Yağmur hala deli gibi yağarken biz etlerimizi yiyip rakı içiyorduk. Keyfim yerine tam geliyordu ki tavan akmaya başladı. Hafif çakırkeyif olmuştum ki kızgınlıkla bir anda ayıldım. Millet ne oluyor derken geçen sene çatıya çıktığımda kırdığım kiremitler geldi aklıma. Allahtan yaz yağmuru çok uzun sürmedi de biz de fazla ıslanmaktan kurtulduk. Misafirleri uğurladıktan sonra sıkıntıyla yattım ve aynı sıkıntıyla erkenden uyandım. Önce çatıya çıkıp kırık kiremitleri saydım. Hemen gidip saydığımdan birkaç tane de fazla kiremit alıp döndüm. Yazlık yerin kazıkçı ustalarıyla uğraşmayacaktım, çatıyı kendim aktaracaktım. Çatı aktarma düşündüğüm gibi olmadı değiştirdiğim kiremitlerin birkaç katını kırmıştım işin sonunda. Sövüp sayarak çatıdan indim, gidip bir usta buldum. Avuç dolusu para vererek çatıyı aktarttım.
Birkaç gün sonra bir akşamüstü barbekünün vernikleri kalkan yerlere yeniden vernik sürerken bizim akrabalar geldi. Balık almışlar “yak şu barbeküyü de ağız tadıyla bir balık yiyelim” dediler. Ben zaten dünden razıyım derhal yaktım, karanlık çökerken balıkları pişirmeye başladım. İlk pişenleri çıkartıp ikinci partiyi hazırlayıp ateşin üstüne koydum ve masaya oturdum. Tam demlenmeye başlarken pat diye bir ses geldi. Bir yerden bir şey düşmüştü ama görünürde bir şey yoktu. Herkes etrafına bakınıyordu ama ne düştüğünü anlayamadık. Aradan bir iki dakika geçmeden ortalığı pis bir yanık kokusu sardı, herkes öksürmeye başladı. Hemen barbeküye koştum ızgarayı çıkardım ki ne göreyim! Balıkların üzerine bir kuş yavrusu düşmüş, kavrulmuş, mide bulandırıcı bir şekilde duruyor. Kokudan ve görüntüden millet tuvalete koşmaya başladı. Bir ben koşmamıştım, sinirden o kokuyu bile almıyordum, tüm yediğim içtiğim buhar olup tepemden çıkmıştı. Kendime gelince ortalığı temizlemeye başladım. O arada misafirler de kaçarcasına gitmişlerdi. Güneşin doğmasıyla çatıya çıktım el feneriyle bacaya baktım, kırlangıçlar içine yuva yapmışlardı. Hanıma “bozacağım bu yuvayı gidip başka yerde yuva kursun bu kuşlar” dedim. Hanım tutturdu “olmaz öyle şey, kuş yuvası bozmak büyük günahtır” diye. Komşular da olayı duymuşlardı ve hanıma hak veriyorlardı. Hanım yuvayı bozdurmadığı gibi barbeküyü yakmama da izin vermiyordu; neymiş efendim kuşlar zehirlenirmiş. O yaz da kuşların gitmesi için dua etmekle geçti.
Ertesi yaz kuşların gitmiş olması umuduyla yazlığa geldiğimizde hayal kırıklığına uğradım. Kuşlar gitmedikleri gibi başka kuşlar da balkona yuva yapmışlardı. Bunun sonucunda barbeküden umut kesilmişti. İşe yaramayan barbekünün dış görünüşünün güzelliği de artık gözüme hoş görünmüyordu. Ben de bir yıkıcı buldum yine avuç dolusu para verdim ve barbeküyü yıktırdım. Meğer balkonda ne büyük yer kaplıyormuş. Balkon bir büyüdü bir ferahladı sormayın. Boşalan yere bir salıncak aldım, artık sabah akşam sallanıyorum. Bir de güzel mangal aldım etleri, balıkları da artık mangalda pişiriyorum. Dünya varmış be!

28 Ekim 2008 Salı

Dipsiz Kuyu İpsiz Kova

Bensizliğin...
Sessizliğin...
Kimsesizliğin...
Ortası burası.

Karanlıklar acımasız,
Gölgeler acımasız,
Güneş de, bulutlar da
Acımasız.
Burukluk çökmüş
Her yana.
Umutsuzluk sarmış,
Her yanı.

Soru işaretlerinden
Oluşan dünya.
Nasılsın dersen,
Eğer bana.
Dipsiz kuyuya düşen,
İpsiz kova gibiyim.

21 Ekim 2008 Salı

Deli Olmak

Var mı deli olmak gibisi.
Düşünmeden yaşamak,
Bakmak ama görmemek,
Dinlemek ama duymamak.
Dilediğin şarkıyı,
Dilediğin gibi söylemek.
Var mı deli olmak gibisi.
En iyisi deli olmak.

Delinin Cevabı

Kolay mı sanırsın sen
Deli olmayı.
Bakmadan görmeyi,
Gaipten sesler duymayı,
Bir hayalin peşinde koşmayı,
İmkansızları zorlamayı,
Kolay mı sanırsın.
Bir hasret şarkısını,
Güle oynaya söylemeyi,
Kolay mı sanırsın.
Bu düzene karşı çıktık da
Ne oldu.
Var sen git işine,
Aklına sahip çık.

20 Ekim 2008 Pazartesi

IŞIĞIM

Öyle bakıp durma, gözümü alıyorsun.
Ne de parlakmışsın sen.
Önceden farketmemiştim.
Yoksa yıldız mısın, güneş misin?
Eğilip kulağıma söyler misin?
Kimseler duymasın sakın.
Kimseler duymasın ki,
Bu sırrı yalnız ben bileyim.
Sana baktıkça yalnız ben ısınayım.
Sana baktıkça yalnız ben uzaklara dalayım.
Ve uzaklarda nice düşüncelerle,
Nice sıkıntılarla boğuşurken,
Sonunda sana ulaşayım.
Ulaşayım ki iliklerim ürpersin.
Ruhum sıcaklığınla dolsun.
Umudum geri gelsin ve hiç gitmesin.
Bir hücre mahkumuyum ben.
İki küçük penceremden,
İçeri dolan sadece sen.
Kasvetimi gideren,
Aydınlığı getiren hep sen.
Sakın özenme gökteki güneşe.
Özenme ki onun gibi batmayasın.
Doğmanı bekleyemem kahrolurum.
Karanlıktan göremez belki de kör olurum.
Eğer bir gün gelir de,
Gölgemi yere düşüremezsen,
Sakın üzülme.
Üzülme ki ışığın sönmesin.
Sönmesin ki gittiğim yerden de
Seni göreyim.
Göreyim ki yanıma gelmeni bekleyeyim.