
Dikiz aynasından sokağın başına bakarken dalıp gidiyorum, bir hayat kadınını beklediğim için, hayat kadınları ile münasebetleri olan tarihi karakterler oluyorum. Aklıma ilk gelen de Tarkan oluyor. Kurtla beraber yorgun argın bir hana geliyorum, kendime pişmiş, kurda çiğ et ısmarlıyorum. İhtiyar hancının genç güzel ve yosma karısı servis yapıyor, yatacağım zamanda uyumak üzereyken odama geliyor, tabi ki hayır demiyorum, kurdu bahçeye salıp, kadını içeri alıyorum. Vandallılar gelmeden korsanlar zamanında tropik bir limanda meyhaneleri dolaşan bir gemici oluyorum. Kafamda bandana, üzerimde göğsü açık her tarafı şarap lekesi olan bir gömlek var, fitil gibi sarhoşum. Gemiye dönerken bir esmer güzelini kavrıyorum belinden, leş halime rağmen gelmem demiyor, güverteye çıkarken, miçolardan birine bağırıyorum “kıçtan rom ver” diye. Esmeralda’yı baş altına atmadan bir atın üstünde buluyorum kendimi. Eyer kılıfında Winchester tüfeğim, belimde iki altı patlar terkide para dolu çantalar var. Çölün ortasındaki küçük kasabanın barına hışımla giriyorum, şerifle göz göze geliyoruz bir an. Merdivenleri çıkıp bir odaya dalıyorum, karpuz kollu elbise giymiş, yüzü bol pudralı bir kadına sarılıyorum “posta trenini soydum bebeğim, seni kurtaracağım buradan, uzaklara, çok uzaklara gideceğiz” diyorum. Şerifin adamları barı sararken, ceketimi çıkartıp kartal kanat omuzlarıma alıyorum. Şimdi Eski İstanbul’da bir külhanbeyiyim. Belimde kırmızı bir Trablus kuşağı sarılı, saldırmam koltuk altımda, başımda fes, ayağımda yumurta topuk pabuçlar, bıyıklarım arabalı vapurun yandan görünüşü gibi. Uzaktan kırıta kırıta giden bir çarşaflıyı izliyorum. Orhan Veli’nin dediği gibi, “çarşaflı ama hafifmeşrep”. Cumbalı köhne bir eve giriyor, sokağı kolaçan edip, açık bıraktığı kapıdan dalıyorum içeri.
Arka arkaya dört film izledim, yok dört filmde arka arkaya oynadım hala gelmedi bu kadın, basıp gitsem mi acaba? Gelse ne olacak sanki, ikimiz samimiyetsizlikler yumağı olacağız. Hoş, samimiyetlikler yumağından da bir hayır görmedik ya. Bir ihtiyaç mıdır, can sıkıntısını mı geçirir, morali mi yükseltir yoksa daha çok bozar mı bilmiyorum. Ben hayat kadınlarıyla beraber olmayı sevmiyorum. Ağzım çok laf yapmaz, birkaç kısa genel soru, kulağa belki hoş gelen, söylerken kendimle dalga geçtiğim çokça da kendimden tiksindiğim bazı beğeni sözleri. Geldiğini mi hayal ediyorum, gördüğümü mü anlatıyorum bilmiyorum. Sıcak dokunuşlar, ürperten okşayışlar. Sezaryen izini görüyorum, çocuğunu soruyorum, “memlekette” diyor, “dört yaşında diyor” çıkartıp resmini gösteriyor, o çocuğa sarılıp ağlamak istiyorum. Ağlaya ağlaya küçülsem çocuk olsam. Annem bana simit alırken simitçiye oyuncak tabancamla ateş etmek, pazardaki köylü kadınları oyuncak yılanımla korkutmak istiyorum. Büyüyemeden ihtiyardım, ruhum hilkat garibesine döndü. İnsanların kurdukları düzenlere alışamadım. Problemler karışıkmış, dört işlemle çözemedim. Eksileri toplamakla hiçbir şeyin artmadığını anlayamadım. Çok sıkıldım çöplükler üzerinde martılar gibi uçmalıyım, onlar gibi bağırmalıyım. Belki böyle geçer sıkıntım.
Arabanın radyosunu açmak geliyor aklıma, istasyonları geziyorum. Türk Sanat Müziği çalan bir istasyonda duruyorum. “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” çalıyor, muhayyer kürdi. Bayılıyorum bu makama, bu makamdaki şarkılara. Arabanın camını kapatıp eşlik ediyorum soliste. Kadın geldiğinde beni genç görünüşlü bir dede sanmasın diye değiştiriyorum istasyonu, hoptrik zıptirik şeyler çalan birin de duruyorum. Sokaktan genç çok güzel bir kız geçiyor. Bahar gelmiştir yaz gelmiştir, sevdiğiniz kadın etek bluz, açık ayakkabı giymiştir, işte öyle bir his doluyor içime. Yaptıklarımla düşündüklerim ne kadar çelişkili, her şey herkes gitsin çevremden, her şey herkes gitsin beynimden, bir dağ başında olayım. Güneş yakmasın, hava üşütmesin, rüzgarlar yalasın yüzümü, uğuldasın kulaklarımda, yağmurlar yağsın üstüme, süzülsün saçlarımdan, parmaklarımdan. Her şey gitsin derken bu sinir bozucu şiirsellikte gitsin. Peki ben ne yapmalıyım? Şöyle başlamalıyım; bir hayat kadınını da hayattaki diğer kadınları da beklemeyi bırakmalıyım.
Arabanın radyosunu açmak geliyor aklıma, istasyonları geziyorum. Türk Sanat Müziği çalan bir istasyonda duruyorum. “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” çalıyor, muhayyer kürdi. Bayılıyorum bu makama, bu makamdaki şarkılara. Arabanın camını kapatıp eşlik ediyorum soliste. Kadın geldiğinde beni genç görünüşlü bir dede sanmasın diye değiştiriyorum istasyonu, hoptrik zıptirik şeyler çalan birin de duruyorum. Sokaktan genç çok güzel bir kız geçiyor. Bahar gelmiştir yaz gelmiştir, sevdiğiniz kadın etek bluz, açık ayakkabı giymiştir, işte öyle bir his doluyor içime. Yaptıklarımla düşündüklerim ne kadar çelişkili, her şey herkes gitsin çevremden, her şey herkes gitsin beynimden, bir dağ başında olayım. Güneş yakmasın, hava üşütmesin, rüzgarlar yalasın yüzümü, uğuldasın kulaklarımda, yağmurlar yağsın üstüme, süzülsün saçlarımdan, parmaklarımdan. Her şey gitsin derken bu sinir bozucu şiirsellikte gitsin. Peki ben ne yapmalıyım? Şöyle başlamalıyım; bir hayat kadınını da hayattaki diğer kadınları da beklemeyi bırakmalıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder