12 Nisan 2009 Pazar

BİR GÜNLÜK DÖNÜŞ

Yatağına yatmış saatlerdir boş gözlerle tavana bakıyordu. Hava kararmaya başlamıştı, tam istediği gibi evde kimseler yoktu. “Bunu yapabilecek miyim?” diye sürekli tekrarlıyordu, içinden başlamıştı şimdi sesli söylüyordu. Karmakarışık düşünceler üşüşmüştü zihnine her zaman olduğu gibi. Bunca yıl insanları sıkıntıya sokmamak için, beni düşünmemeleri için elimden geleni yaptım. Bu kafayla, bu kafaya rağmen yıllarca direndim. Akıllıca sanılan işler yaptım aferin dediler. Hoşuma gitti de yetmedi bu aferinler. Bana normal, insanlara garip gelen şeyler düşündüm söyleyemedim. Bu gariplikler ki insanlar onlara gariplik dediği için garipliği boyun eğip kabullendiler. Zayıf yaratılışlının ürettiği garipliklerdi bunlar dışa isyan edemediler, içte sıkıştılar, sıktılar. Küçük yaramaz çocuklar gibiydi bu gariplikler, bir duvarın arakasında birbirlerini kovalıyorlardı. Duvarın önünde akıllı duruyordu. Yaramazlar duvarın üstüne çıkıp akıllıya taş atıyorlardı, duruşunu bozuyorlardı akıllının. Duruşu bozulunca görünüşü de bozuluyordu, bakanlara acayip görünüyordu. Akıllı seviyordu yaramazları seviyordu da duvarın arkasında kalmaları ve taş atmamaları şartıyla. İnsanlar, onları suçlamamalıyım, bütün suç bende, ifade edemedim bazı şeyleri. Fark ettim, idrak edemedim çoğu zaman, ne anladığımı bilemedim ki ifade etmesini bileyim. Hastalıklı bir beynim var benim, yanlış şeyler düşünmeyen ama sıkıntılar yaratan bir beyin. Hepsine alıştım sandım, aldandım. Of kendime katlanmak ne zor.
Işığı yakıp, pencereyi açtı. Derin derin nefes aldı. Bir şeyler yazmalı, her zaman öyle olur değil mi? Öyle olur tabi yazmak lazım. Peki kime ne yazacağım. Oturayım bakayım masaya bir şeyler yazabilirim herhalde. Kağıt kalem aldı başladı. “Canım Annem”, evet sonra. “Senden çok özür dilerim” bak ne biçim başladım, en son yazılacak şeyi en başta yazdım. Salağım ben daha iki satır yazı yazamıyorum. Söyleyeceklerimi de hayatım boyunca bir sıraya koyamadım hep o yaramazlar kafamı karıştırdı. Sıraya koymadan rastgele söyleseydim, en azından evdekiler anlamaz mıydı? İlgisizdiniz diyemeyeceğim, fark etmediğiniz şeylerle nasıl ilgilenecektiniz. Belki de güreşen develerin kulaklarını görüyordunuz yalnız. Kağıdı buruşturup çöpe attı. Bir iki dakika düşünür gibi durdu yeni bir kağıt aldı. “Sevgili eski sevgilim”, böyle hitap mı olur ismini yazsaydım bari kızın. Arkadaş mektubu mu canım, eski de olsa bir zamanlar sevgiliydi. Eski yerine sabık mı yazsaydım acaba. He he, dur sen dur defterini düreceğim ben senin suyun ısındı. Neyse devam edelim bakalım. “Daha farklı olsaydı keşke her şey” Ne güzel olurdu ben farklı bir adam olsaydım, kafamı yastığa koyduğum gibi uyuyan, öğlenlere kadar uyanmayan biri olsaydım. Ağzıma geleni dilimi ısırmadan söyleyebilseydim ve sonra hiç düşünmeseydim bunları. İnsanlara gereğinden fazla önem vermeyen biri olabilseydim keşke. “Günlerim hep seni özlemekle geçti” Seni özlemek güzeldi, böyle geçmedi ki günler, türlü saçmalıklarla avunmalarla geçti. Söyleyemediğim gibi yazamıyorum da samimiyetsizim ben samimiyetsiz. Samimiyetsiz olmasam kendimden bu kadar sıkılır mıydım? Samimiyetsiz olmasam seni terk eder miydim? İnsanlara dert olmamaya çalışmayı bu şekilde elime yüzüme bulaştırır mıydım? Kağıdı parça parça etti, hırsını alamadı kalemi de kırdı. Odadan çıktı koridorda volta atmaya başladı. Salona gidip bir sigara yaktı camın önünde uzun süre dikildi. Biraz sakinlemiş hissediyordu kendini. Masasının başına geri döndü, yeni bir kağıdın başına oturdu. Sevgili dostuma bir şeyler yazamaz mıyım? Acı tatlı çok hatıralarımız oldu en azından ona birkaç satır bir şeyler yazmalıyım.
Sevgili Dostum,
Bu hayatta seni tanımış olmaktan dolayı çok mutluyum bu nedenle kendimi çok şanslı sayıyorum. Mutluluk bana pek uğramayan bir şeydi bilirsin. Yada bilmezsin nerden bileceksin. Beni anlamaya en çok yaklaşan insan sen oldun ama ıskaladın. Gülüyorduk eğleniyorduk ama ben için için kıvranıyordum. Yine kendime acımaya ve kendimi acındırmaya başladım. İnsanlar beni anlamazsa anlamasın ne çıkar bundan. Ben neyim ki koskocaman bir hiç. Niye bu kadar kanıma dokunuyor bu niye niye niye…
Bu kağıdı da parçaladı. Bütün kağıt parçalarını toplayıp camdan attı. Masasına döndü, ani bir hareketle çekmecesini açtı, tabancayı alıp şakağına dayadı.
Mutlak bir sessizlik ve karanlık içinde kaldı birdenbire. Oldu mu, bitti mi, yapabildim mi ben bunu? Silahın patladığını bile duymadım. Hiç tahmin ettiğim gibi olmadı. Gerçi bir şey tahmin ettiğimi de hatırlamıyorum. Bir dakika ben niye hala bir şeyler hatırlayabiliyorum. Nasıl olur bu, nasıl hala düşünebiliyorum? Artık düşünmemek için yapmadım mı ben bunu. Ölüm kocaman bir yalan mıymış yoksa? Burası neresi peki, niye sessiz, niye karanlık? Şimdiden ne çok soru birikti. Soru sayısının katlanacağını bilseydim intihar etmeye kalkmazdım, hemen de pişman olurum. Böyle olmaz canım, bu bir ara süreçtir birazdan bir şeyler olur mutlaka. Belki her yer aydınlanır, belki beni alıp götürürler.
Bir müddet sonra karanlığı delen bir ses işitir. “Buraya gel…” Tabi ya biliyordum ben geçici olduğunu bunun, şimdi her şey normale döner. Daha önce bir çok sefer öldüğüm için normal prosedürü iyi bilirim hehe.
- Nereye geleyim? Hali hazırda bir yer yok gibi görünüyor da diyemeyeceğim, ilk lafımda yalan söylemeyeyim, görünmüyor.
- Ne konuşuyorsun saçma sapan, sesime yaklaş.
- (Saçma sapanmış, deli midir nedir?) Peki geliyorum.
- Sensin deli, deli olduğun için kafana sıkmadın mı?
- Sanırım. Düşüncelerimi de okuyabiliyorsun demek. Konuşmasam da olur yani.
- Zor bir tipsin değil mi?
- Her şeye muktedir bir havan var, sen öyle diyorsan öyledir. Bu arada sen kimsin, nesin?
- Burada soruları ben sorarım.
- Ben seni filmlerde çok gördüm.
- Burada göremiyorsun ki filmlerde görmüş olacaksın yada gördüğünü sanmış olacaksın.
- Evet alışamadım henüz buraya. Bu lafı çok duydum diyecektim.
- Buraya alışma, gideceksin buradan.
- Tabi ya biliyordum ben, burada kalınır mı kapkara her yer. Soru sorma hakkı vermediniz ama bir şey sormak istiyorum. Niye bilincim yerinde, niye hala düşünebiliyorum?
- Ne olacaktı peki, sık kafaya kurtul öyle mi, yok öyle yağma. Hem sen gideceğin yeri soracağına niye bunu soruyorsun.
- Sahi ben nereye gideceğim?
- Geri gideceksin.
- Nasıl yani?
- Mektuplarını tamamlamadın, yarım bırakıp yırttın onları.
- Evet, tamamlamak istemedim.
- Neden tamamlamadın ?
- Daha düşünürken anlamını yitiren şeyleri yazmak anlamsız geldi.
- Düşünürken anlamını yitiren şeyleri düşünmekten vazgeçseydin şu an burada olmazdın. Yazmaktan vazgeçtin, ama düşünmekten vazgeçmedin. Bunun için de bilincin halen yerinde ve düşünebiliyorsun.
- Mektupları bitirmiş olsaydım bilincimden kurtulmuş mu olacaktım?
- Bilemem sen garip bir tipsin.
- Mektuplara gelene kadar ben bir sürü şeyi yarım bıraktım.
- Biliyoruz ama senin için son kayıtları dikkate aldık.
- Hadi ya hayatımın bir kara kutusu varmış demek.
- Böyle zevzek espriler yapanlar neden intihar ederler ki.
- İntiharlar bölümüne siz mi bakıyorsunuz burada?
- Onun gibi bir şey.
- Geri döneceğim garanti mi başka bir ihtimal yok mu?
- Hayır yok. Kesin döneceksin.
- Dönüp mektupları tamamlayıp buraya geri mi geleceğim?
- Mektupları tamamlamayacaksın.
- Ne yapacağım peki?
- Mektup yazdığın kişilerle konuşacaksın.
- Öldüğümü bilecekler mi peki intihardan önce mi sonra mı olacak bu? (Bir gün böyle sorularda mı soracaktım.)
- Öldüğünü öğrendiler, cenazen çoktan kalktı.
- Öyleyse intihardan öncesine göndereceksiniz beni.
- Hayır, zamanda yolculuk çok fantastik olur.
- Geri dönmek fantastik olmuyor da zamanda yolculuk mu öyle oluyor?
- Seni bir günlüğüne göndereceğiz mektup yazamadığın kişileri bulup konuşacaksın.
- Bir ölüyü karşılarında görünce konuşmak isteyecekler mi peki?
- Kendilerine bu durum haber verilecek.
- Konuştuktan sonra ne olacak?
- Sonrası meçhul.
- Gidip kimseyle konuşmak istemiyorum.
- Gittin bile.
- Haaaayııııır.

Evlerinin olduğu sokağın başında buldu kendini. Önce etrafına baktı sonra gökyüzüne. Şekil gereği yukarı bakıyorum ama her nerdeyseniz işte bana bunu yaptırmayın. Cehenneme atsaydınız bari, böyle işkence mi olur? Ağır adımlarla eve doğru yürüdü, anahtarı cebindeydi, kapı çalma adeti yoktu ama bu sefer kapıyı çaldı. Kim o demeden sessizce kapıyı araladı annesi. Hiçbir şey söylemden içeri girdi, karanlık holden doğruca salona gidecekti ki annesi boynuna sarıldı. Ağlamaktan bitap düşmüş kadın yine hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu. İnsanları teselli etmek gibi bir özelliği yoktu. Ona göre teselli, zamanın işiydi, insanlar bunu kendi başlarına becermeliydi. Annesini elinden tutup salona götürdü, kanepeye yan yana oturdular, hiçbir şey konuşmadan birbirlerine bakıyorlardı. Karanlık şahsiyetle yaptığı konuşmanın kafa karışıklığı yerini garip bir ezikliğe bırakmıştı. Annesini bu şekilde görünce, her şeyi ne kadar çok düşündüğünü sanırken aslında bir çok şeyi düşünmekten ne kadar yoksun olduğunu anladı.
- Ben sana bir kahve yapayım.
- Olur içerim.
Annesi mutfağa gittiğinde etrafı eşyaları incelemeye başladı. Hiçbir değişiklik yoktu ama annesindeki matem havası evin her yanına sinmişti sanki. Babası öldüğü zaman da böyle olmuştu. Zor günlerdi. Bu sefer zor günleri annesi tek başına yaşıyordu. Eli titreyerek fincanı sehpaya koydu annesi. Annemden önce başlamalıyım söze diye düşündü.
- Bunu nasıl yapabildiği mi soracaksın değil mi?
- Kendime sorup duruyorum bir cevap bulamadım.
- Acayip biri olduğumu bilirsin, dayanamadım işte.
- Evladım çok mu çaresiz kaldın, o kadar doktorlar ilaçlar hiç mi fayda etmedi sana.
- Akıl hastanesinde de bir süre yattım hatırlarsan. Bunların bana bir faydası olmadığını biliyordum, sana da anlattım.
- Bunu yapmaya hakkın yoktu, beni bu kadar üzmeye, evlat acısı yaşatmaya beni bir başıma bırakmaya hakkın yoktu. Sen duyarlı bir çocuktun kimseyi üzmezdin.
- Evet bunlara hakkım yoktu, üzüleceğini bilmekle beraber ne yalan söyleyeyim fazla düşünmedim. Gideceğim zamanı seçme hakkımın olduğuna inandım.
- Neydi seni bunaltan, hiç bir şeyi doğru dürüst söylemezdin ki. Kapalı kutuydun, kapalı kala kala patladın sonunda. İnsan annesinden de saklar mı dertlerini?
- Söyleyemedim, çoğu zaman söylenecek bir şey var gibi de gelmedi.
- Neyi değiştirmek lazımdı, nasıl rahata erdirebilirdik seni.
- Kafamı değiştirmek lazımdı uğraştım uğraştım yapamadım. Alışır gibi göründüm hiç bir şeye alışamadım, insanlara, düzenlere hiç bir şeye. Ve sonunda gibi yapmaktan sıkıldım.
- Ah be yavrum kime çektin ki sen böyle sülalede görülmüş şey değildi birinin canına kıyması. Bu çocuk neden bu kadar çok düşünüyor Allah sonumuzu hayretsin der dururdum, etmedi işte.
- Üzülme desem de üzülmeye devam edeceksin. Yaşanmaz hale gelince hayat ölmek en iyisidir derdi babam hatırlarsın. Bir hastalıktan öldüğümü varsay, öyle de sayılır aslında.
- Sen ne akıllı bir çocuktun, parmakla gösteriliyordun, neden aklına sahip çıkmadın neden.
- Yanılıyorsun, ben aklıma fazlasıyla sahip çıktım. Onun ürettiği her şeyi önemsedim. Ondan böyle galiba.
- Şu an benim için en dayanılmaz olanı gidecek olman. Keşke kalsan her şey ne güzel olurdu.
- Gitmem gerektiğini biliyorsun. Sana bir mektup bırakıp af dilemek istemiştim, yapamadım. Beni affet ve yokluğumu kabullenmeye çalış.
- Pişmanlık duyuyor musun?
- Seni üzdüğüm için pişmanım, keşke bunu yapmanın başka bir yolu olsaydı.
- Yada hiç yapmasıydın, sesin, kokun, gölgen eksilmesiydi bu evden.
- Artık gitmeliyim.

Yeniden ağlamaya başlayan annesine sarıldı, hızlıca kapıdan çıkıp sokakta kayboldu. Sevgilisinin, daha doğrusu eski sevgilisinin evinin olduğu sokağa gelmişti. Bu sokağı çok iyi biliyordu, köşe başında az mı beklemişti bu kızı, ilk defa karanlıkta kaplarının eşiğinde öpmüştü onu. Az sayıda, sonunu kendimin getirdiği güzel günlerdi diye düşündü. Evin önüne gelince beklemeden kapıyı çaldı.

- İçeri gel yalnızım seni bekliyordum.
- (Karanlık şahsiyet her şeyi iyi organize etmiş herkes beni bekliyor)
- Yapacağını yaptın en sonunda değil mi?
- Evden geliyorum, kendimi çok garip hissediyorum.
- Annene gidemedim. Çok istedim ama gidemedim. Belki beni sorumlu tutuyordur diye korktum açıkçası.
- Yok öyle bir şey söz konusu değil.
- Bilmiyorum senin için bir anlamı var mı? Haberi aldığımda öyle fena oldum ki, şimdi de seni karşımda görünce içim daha bir farklı sızlamaya başladı.
- Farkındayım, seni terk eden birinin ardından ancak sen bu kadar üzülebilirsin.
- Senin için bir şey yapamamanın pişmanlığını da duyuyorum.
- İşte bundan vazgeç, benim için çok şeyler yaptın zamanında. Ben de ne kaybettiğimi sonradan anladım ama geç kalmıştım.
- Hiçbir şey için geç kalmamıştın, bir gün belki geri döner diye düşündüm. Beni kendinden korumaya çalışıyorsundur diye avuttum kendimi.
- Öyleydi zaten, seni saçmalıklarımla daha fazla yormak istemedim. Geri dönemediğim her gün seni daha çok özledim.
- Çok yazık ettin bize de kendine de. Seni anlayabiliyordum ben, hiç bir şey bana saçmalık olarak gelmiyordu. Ama benim seni anladığımı sen anlamadın.
- Beni affedebilecek misin?
- Bu nasıl bir iştir anlamadım. Uzun bir süre önce beni terk ediyorsun, sonra kendini öldürüyorsun, şimdi de gelip af diliyorsun.
- Beni tanıdığın güne lanet ediyorsun değil mi?
- (Sıkıca sarılıp ağlamaya başlar) Hayır koca budala hayır. Neden bilmiyorum ama seni hala deliler gibi seviyorum.
- Hayatımı sana adayarak devam ettirebilirdim, yapamadım. Üzgünüm.
- Ben de bu dünyayı bırakıp gittiğin için üzgünüm. Bir daha seni göremeyecek olmak çok kötü.
- İnsanları bu kadar çok üzdüğüm için şu an çektiğim acıyı fazlasıyla hak ediyorum. Ben artık gitmeliyim.
- Acı çekmeni değil huzur içinde olmanı istiyorum.
- Sen bu hayatta başıma gelen en güzel şeydin.
- Hep iyi hatırlarla anacağım seni.

Omuzları düşük, boynu eğik çıktı evden. Hava kararmaya başlamıştı. Göreceği son kişi en yakın arkadaşıydı. O da beni bekliyor olmalı, vakit kaybetmeden gideyim bari.

- Tam zamanında geldin, çilingir soframızı yeni kurmuştum. Yiyip içebiliyorsun değil mi?
- Evet tabi ki. Böyle karşılanmak ne güzel.
- Malum hadiseyle başlamamak için yemin ettim.
- İyi etmişsin. Karmakarışık oldum bugün.
- Sen hep öyle değimliydin kardeşim.
- Öyleydim doğru, en son yaptığımla da kurtulamadım bundan.
- Sen iyi şeyler yapardın, bu son yaptığın olmadı gerçekten.
- Yakıştıramadın mı bana?
- Meyilli olduğunu biliyordum ama yakıştıramadım ve alışamadım.
- Alışırsın zamanla.
- Tesellici de olmuşsun görmeyeli.
- Oldum galiba. Yaptığım için özür dilerim.
- Üzüldüğüm için diliyorsan dileme. Evet üzülüyorum ama seni yargılamıyorum. Beni kendinden mahrum bıraktığın için biraz kızıyorum sadece.
- Sen benim için her zaman bulunmaz bir dost oldun.
- Bunu hep gözlerin söylerdi, şimdi ağzın söylüyor.
- Dilimi kullanmak zor geldi, gözlerimle anlatabilseydim keşke her şeyi.
- Keşkelere girmeyelim, ben de seni çok ihmal ettim, saçma sapan işlerle çok uğraştım. İçime taş gibi oturdu kendini öldürmen. Bunu ben de yaparsam hiç şaşırma.
- Sakın ha sakın. Örnek alacak başka birini bul kendine.
- Senin gibi geri dönen birine sorulacak klasik soruyu sorayım. Ölmek nasıl bir şey?
- Bu klasik soruyu ilk sen soruyorsun.
- Hadi ya.
- Anlamadım ki, herkesinki birbirinden farklı oluyor herhalde. Biraz fırçalayıp geri gönderdiler.
- Kimler gönderdi.
- Bilmiyorum karanlık bir şahsiyet vardı o gönderdi.
- Nasıl bir şeydi o?
- Görmedim ki zifiri karanlıktı.
- Enteresan.
- Umduğumu bulamadım anlayacağın belki dönünce bulurum.
- Şu kafanı artık durdurmayı ummuştun öyle değil mi?
- Aynen öyle.
- Bildiğim için neden yaptığını sormadım. Hiç söylemezdin ama beni kimse anlamıyor diye içinden haykırıyordun. Ben bunun farkındaydım.
- Farkındaydın da neden hiç söylemedin.
- Sana baya benzediğim için olabilir mi?
- Başka bir sebepten dolayı olamaz zaten.
- Boş ver ben yine bunu yapardım herhalde.
- Bir daha gelme ihtimalin var mı?
- Yok sanırım.
- O zaman beraber son içişimizin şerefine içelim.

Kadehi masaya koyarken başı dönmeye başladı. Ortalık bir karardı bir aydınlandı. Tabancayı şakağından çekti. Elinden kayan tabanca yere düştü, hiç ses çıkarmadan. Gülerek bağırdı “akıllı, yaramazlar ben sizi nasıl bırakırım”.














1 yorum:

tahirius dedi ki...

öteki taraftan bir günlüğüne gelip de çilingir sofrasına kuruluyorsa bir adam, kesinlikle akıllıdır :))