Ayrılmış çatı tahtalarından, kırılmış küçük pencerelerden sızan ışıkla depo yarım yamalak aydınlanıyordu. Çok eski ve küçük bir depoydu bu. Gar çıkışındaki atölyeler bölgesinin en uzak köşesindeydi. Kararmış tahtalarının boyası kalkalı yıllar oluyordu, yağışlara, rüzgarlara çatısı son bir gayretle dayanıyor gibiydi. Yüksek çift kanatlı kapısı sanki bir daha açılmamak üzere kalın paslı bir zincirle sarılmış, büyük bir asma kilitle bağlanmıştı. Kapının altından içeriye uzanan raylar otlardan görünmüyordu. Demir, pas ve küf kokan, örümcek ağları ile kaplı deponun içi karma karışıktı. Vagon tekerleri, akslar, çürümüş travers tahtaları, boy boy ray parçaları, borular, teller ve ne olduğu anlaşılmayan bir sürü hurda üste üste yığılmış duruyordu. Depodan bile eski olan lokomotif bu yığının arkasındaydı. Kaçmış, saklanmış, görülmek istemeyen bir münzeviye benziyordu bu haliyle. Yerini yeni lokomotiflere bırakalı, bu depoya getirileli epey olmuştu. Unutulmuştu, çürüyerek emekliliğini yaşıyordu. Perişan bir haldeydi, paslanmayan noktası yok gibiydi, perçinlerinin bazıları düşmüş, bacasının bir bölümü kırılmış, önündeki fenerin ne camı, ne içinde aynası kalmıştı. Tekerlekleri, üzerinde durduğu raylara kaynaşmıştı sanki. Yine de kendini şanslı sayıyordu, yaşıtı arkadaşlarının nerdeyse tamamı parçalanıp çelikhanelere gönderilmiş, inşaat demirine dönüşmüştü. Şanslıydı ama unutulmuşluğun burukluğunu da yaşamıyor değildi. Ne kazanına kömür atan, ne düdüğünü çalan ne vanalarını çeviren birleri vardı artık. Depoyu bile açan olmamıştı uzun süredir. Kendisini yapanlardan aldığı özveri ile çok umursamıyordu bunu. Yıllarca raylar üzerinde dağlar tepeler aşarak milyonlarca kilometre yapmış, binlerce milyonlarca insan taşımıştı. Zor günleri, acıları sevinçleri her şeyi görmüş yaşamıştı. Yalnızca yol alarak değil, taşıdığı insanları hissederek geçmişti yılları.
Deponun önünde işçilere bağıran şişman usta başının sesi duyuluyordu. Nasıl bulamazsınız bu kilidin anahtarını nasıl, atölyede bir yerlerde değil mi? En son kim girdi buraya? Muzip bir işçi cevap verir. En son girenler çoktan emekli olmuştur herhalde usta, ben buranın açıldığını hiç görmedim. Sus lan zevzek, gidin oksijen kaynağını getirin, zinciri kesip açın şurayı. Kesilen zincir şakırdayarak çıkartılır, sarkmış kapılar sürüyerek açılır depo aydınlığa kavuşur. Usta ve birkaç işçi içeri girer, hurda yığının kenarından geçerek lokomotifi görürler. Arşiv kayıtları doğruymuş usta bunlardan biri jilet olmaya gitmemiş. Bunu bulmasaydık halimiz dumandı, hadi bakalım şu molozları kaldırın, bu hurdayı da atölyeye çekin. Lokomotif, ustanın hurda demesine bozulsa da depoda bir hareketlilik olmasına, buradan çıkacağını duymasına sevinmiştir.
Ertesi sabah atölyenim içerisindedir, eski günlerdeki bakım onarım gördüğü zamanları hatırlamıştır. Etraftaki trenler kendisine hiç benzememektedir. Her tarafta bir koşuşturma vardır, vinçler çalışıyor, kaynak ışıkları parlıyor, taşlama tezgahlarından kıvılcımlar sıçrıyor, kokular ve gürültüler birbirine karışıyordur. Atölye baş mühendisi, diğer mühendisler, usta başları, stajyerler ve bir grup işçiyle lokomotife doğru yaklaşır. Baş mühendis, ustaların en şişman ve en yaşlısına döner. Ne dersin, müze açılışına yetiştirebilir miyiz? Usta göbeğini kaşır. Şüphen olmasın mühendis bey çiçek gibi yaparız evelallah. Mühendis bu duyduğuna sevinmiştir. Hey gidi koca emektar, seni gençleştireceğiz, eskisinden daha güzel olacaksın. Sağ ol mühendis bey eksik olma. Mühendis, lokomotifin bu dediğini duysaydı kesin düşer bayılırdı.
Demir yolları işletmesi tarafından gar binasının yanına büyük bir demir yolu müzesi yapılmasına karar verilmişti. Envanter incelenmiş, müzede sergilemeye değer lokomotifler, vagonlar ve diğer demir yolu ekipmanları belirenmiş, sıra bunların atölyede toplanıp elden geçirilerek müzeye yerleştirilmesine gelmişti. Müzenin açılış tarihine iki aya yakın bir süre kalmıştı. Atölyeye unutulmuş lokomotif gibi diğer depolardan ve başka şehirlerden müzeye yerleştirilecek bir çok araç gelmişti. Bazıları iyi durumda olsa da çoğu dökülüyordu. Atölyedekiler olağan işleri bırakmış tamamen müze için çalışmaya başlamışlardı. Müzedeki en yaşlı araç olarak sergilenecek unutulmuş lokomotif ayrı bir öneme sahipti. Durumu çok kötüydü ve tamiri hiç kolay olmadı. Müzenin açılışına bir gün kalmıştı ve boyası daha yeni yapılıyordu. Kazanın altındaki büyük delikler parça kaynatılarak kapatılmıştı. Onarılamayacak durumda olan bazı parçalar aslına uygun olarak yeniden imal edilmişti. İç kısımdaki tüm pirinç aksam sökülüp, temizlenmiş ve parlatılmıştı. Eksik perçinlerin yerine yenileri çakılmıştı. Henüz kurumamış boyası yerlere damlıyordu. Açılışa saatler kala müzedeki yerine getirilmiş, renkli kurdeleler, bayraklar ve balonlarla süslenmişti. Zıt renk olmasına rağmen bir gelin gibi olmuştu. Çok güzel bir kara gelin.
Müzenin görkemli bir açılış töreni olmuştu. Hummalı onarım çalışmaları ve kalabalık açılış günü sonrasında eskisi gibi çevresinde bir çok insan görmeye alışmıştı lokomotif. Zafer ve sonrasındaki bayram günlerinde de böyle süslenmişti. İnsanları gördükçe hafızası tazeleniyor, uzak geçmişi hatırlıyordu. Savaş günlerini anımsadı birden, cepheye asker sevk ediliyor, çektiği onlarca katarla binlerce askeri savaşın ortasına götürüyordu. Arka vagonlardan birinde bir asker elindeki mendili koklayan yanındaki arkadaşına bakıyordu. Ne kadar derin kokluyor kar beyaz mendili. Nişanlısından almış olmalı. Benim bir sözlüm bile yok. Yıllarca boş avare gezdim. Küçükken muhtarın kızına meftundum, ne güzel gülerdi bana. Büyüyünce ne diye koşmadım peşinden. Bir gün savaşa gideceğimi bilseydim çoktan evlenirdim. Arka sıralardan bir türkü işitir. “Ağlayanım anam bacım elin kızı yas mı tutar” Bir elin kızı olsaydı da varsın yas tutmasındı. Nereye gidiyoruz biz, hangi cepheye? Ya geri dönemezsem yada sakat dönersem. Bir gül koklayamadan göçülür mü bu dünyadan? Geri dönebilirsem ilk işim sevdalanmak ve evlenmek olacak.
Savaş bitmiş terhis olan askerleri memleketlerine götürüyordur. Vagonun camına başını dayamış, bozkıra boş gözlerle bakan bir askeri fark eder. Nasıl bir mucize bu, şükürler olsun ki geri dönebiliyorum. Cehennem çukurlarından sağ çıkılabiliyormuş demek. Eve mektup göndermeyeli çok oldu, eli kalem tutan, herkesin mektubunu yazan bir hafız vardı bölükte o da şehit düştü. Beni görünce nasıl sevineceklerdir kim bilir, çoktan öldüğümü sanıyorlardır, pek umutlanmayarak Allahtan umut kesilmez diyorlardır. Geri dönmek çok güzel de ben bu çocuğun eşyalarını anasına nasıl vereceğim. Ben döndüm o dönemdi, geriye künyesi, cüzdanı ve sana gönderemediği son mektubu kaldı, nasıl diyeceğim? Geçen günlerin hepsinden daha zor bu.
Karanlıkta yol alan trenin bütün ışıkları sönmüştü. Kuşetli vagonda herkes gibi yatmış ama uyuyamamış bir genç vardı. Liseyi yeni bitirmiş, birkaç arkadaşıyla beraber üniversiteye kayıt olmaya büyük şehre gidiyordu. Önündeki yeni dünyanın heyecanı uyutmamıştı onu. Horul horul uyuyan arkadaşlarına imrenmişti. Bilen bilmeyen herkes bir şeyler anlatmıştı büyük şehirle ilgili, bol bol öğüt vermişlerdi. Kafası karmakarışıktı. Büyük şehir adamı yutarmış, uyanık olmak gerekliymiş sürekli. Okulu çabuk bitirmek için serserilikten, gezip tozmaktan uzak durmak lazımmış. Niye gidiyormuş, niye bu kadar para döküyorlarmış, okuyup adam olması için. Bunu asla aklından çıkarmamalıymış. Yoksa bilmem kim amcanın oğlu gibi diploma falan hak getire gerisin geriye dönüverirmiş. Ne diye bu kadar şey söylediler ki bana, çocuk muyum ben, ne yapacağımı bilemeyecek miyim? Okuluma da giderim yeri gelir gezer eğlenirim de. Üniversite yılları ot gibi geçirilir mi büyük şehirde. Şu akrabanın evini yarın kolay bulsam bari. Benimle akran bir kızları varmış ilkten o bana öğretir gerekli her şeyi.
Hatırladığı bu heyecanlı öğrenci, lokomotife bir başka öğrenciyi anımsatmıştı. Yaz tatili için memleketine dönen bir öğrenciyi. Evdekiler bavulumun kitaplarla dolu olduğunu görünce yine her dersten bütünlemeye kaldığımı anlayacaklar. Erken dönmeme de izin vermezler, sınavlardan bir hafta önceye kadar salmazlar bir yere. İlk üç gün suratlarına bakılmaz bunların, hele babamın yemeklerdeki cık cıkları hiç çekilmez. Dairenin hafta sonu pikniklerine götürür yine zorla bizi. Bir sürü gereksiz zevatla piknik, ifrit oluyorum. Şu müdürün bana hayran saftirik kızı gelir ama belki. Geçen sene cesaret edemedim, bu sene bir tenhada sıkıştırır, mıncıklarım. Teyzemler gelseler keşke bir süreliğine, kuzenle kaçar göle gideriz kamp yapıp balık tutmaya. Işıklar da sönmedi gitti konyağı açamadım hala.
Müzede ilgiyle dolaşan genç bir çift dikkatini çekti lokomotifin. Yıllar yılı nice aşıklar taşımıştı. Pencereden perona bakan delikanlı ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Tren kalkmak üzere gelmeyecek işte, giderayak bana bunu nasıl yapar. Ne güzel hayaller kurarken beni nasıl terk eder. Ayrı geçecek günlerin kasvetini düşünmek bu derdin yanında dert değilmiş. Çabuk dönerim, sık sık da yazarım demiştim. Şimdi çabuk dönsem ne fayda, kime ne yazacağım. Bu içimin sızlaması geçer mi, geçerse ne zaman geçer?
Bu aşk acısı çeken delikanlının iki sıra önünde ise sevgilisinin yanına gittiği için sevinçten içi içine sığmayan genç bir kız oturmaktadır. Günler, yıllar gibi geçiyordu, ayrılığına dayanamadım, yakında yanında olacağım canım sevgilim. Mektuplar, resimler, kurutulmuş çiçekler de bu hasreti azaltmaya yetmedi. Fotoğrafını öpmekten bıktım, seni öpmek istiyorum artık. Senin sevdiğin ojeleri, sürdüm, beğendiğin parfüm de çantamda. Mektuplarımı sana getiren trenle bu sefer ben sana geliyorum. Haber vermeden geldiğim için kızmazsın umarım, sürpriz yapmak istiyorum. Canım sevgilim bu yol bana çok uzun gelecek.
Müzenin kapanış saatine yakın küçük bir çocukla babası yaklaşır lokomotife. Baba bu tren çok mu eski? Evet oğlum çok eski, bir zamanlar taşıdıklarının, gerçek olduklarından şüphe edilecek kadar eski.
Deponun önünde işçilere bağıran şişman usta başının sesi duyuluyordu. Nasıl bulamazsınız bu kilidin anahtarını nasıl, atölyede bir yerlerde değil mi? En son kim girdi buraya? Muzip bir işçi cevap verir. En son girenler çoktan emekli olmuştur herhalde usta, ben buranın açıldığını hiç görmedim. Sus lan zevzek, gidin oksijen kaynağını getirin, zinciri kesip açın şurayı. Kesilen zincir şakırdayarak çıkartılır, sarkmış kapılar sürüyerek açılır depo aydınlığa kavuşur. Usta ve birkaç işçi içeri girer, hurda yığının kenarından geçerek lokomotifi görürler. Arşiv kayıtları doğruymuş usta bunlardan biri jilet olmaya gitmemiş. Bunu bulmasaydık halimiz dumandı, hadi bakalım şu molozları kaldırın, bu hurdayı da atölyeye çekin. Lokomotif, ustanın hurda demesine bozulsa da depoda bir hareketlilik olmasına, buradan çıkacağını duymasına sevinmiştir.
Ertesi sabah atölyenim içerisindedir, eski günlerdeki bakım onarım gördüğü zamanları hatırlamıştır. Etraftaki trenler kendisine hiç benzememektedir. Her tarafta bir koşuşturma vardır, vinçler çalışıyor, kaynak ışıkları parlıyor, taşlama tezgahlarından kıvılcımlar sıçrıyor, kokular ve gürültüler birbirine karışıyordur. Atölye baş mühendisi, diğer mühendisler, usta başları, stajyerler ve bir grup işçiyle lokomotife doğru yaklaşır. Baş mühendis, ustaların en şişman ve en yaşlısına döner. Ne dersin, müze açılışına yetiştirebilir miyiz? Usta göbeğini kaşır. Şüphen olmasın mühendis bey çiçek gibi yaparız evelallah. Mühendis bu duyduğuna sevinmiştir. Hey gidi koca emektar, seni gençleştireceğiz, eskisinden daha güzel olacaksın. Sağ ol mühendis bey eksik olma. Mühendis, lokomotifin bu dediğini duysaydı kesin düşer bayılırdı.
Demir yolları işletmesi tarafından gar binasının yanına büyük bir demir yolu müzesi yapılmasına karar verilmişti. Envanter incelenmiş, müzede sergilemeye değer lokomotifler, vagonlar ve diğer demir yolu ekipmanları belirenmiş, sıra bunların atölyede toplanıp elden geçirilerek müzeye yerleştirilmesine gelmişti. Müzenin açılış tarihine iki aya yakın bir süre kalmıştı. Atölyeye unutulmuş lokomotif gibi diğer depolardan ve başka şehirlerden müzeye yerleştirilecek bir çok araç gelmişti. Bazıları iyi durumda olsa da çoğu dökülüyordu. Atölyedekiler olağan işleri bırakmış tamamen müze için çalışmaya başlamışlardı. Müzedeki en yaşlı araç olarak sergilenecek unutulmuş lokomotif ayrı bir öneme sahipti. Durumu çok kötüydü ve tamiri hiç kolay olmadı. Müzenin açılışına bir gün kalmıştı ve boyası daha yeni yapılıyordu. Kazanın altındaki büyük delikler parça kaynatılarak kapatılmıştı. Onarılamayacak durumda olan bazı parçalar aslına uygun olarak yeniden imal edilmişti. İç kısımdaki tüm pirinç aksam sökülüp, temizlenmiş ve parlatılmıştı. Eksik perçinlerin yerine yenileri çakılmıştı. Henüz kurumamış boyası yerlere damlıyordu. Açılışa saatler kala müzedeki yerine getirilmiş, renkli kurdeleler, bayraklar ve balonlarla süslenmişti. Zıt renk olmasına rağmen bir gelin gibi olmuştu. Çok güzel bir kara gelin.
Müzenin görkemli bir açılış töreni olmuştu. Hummalı onarım çalışmaları ve kalabalık açılış günü sonrasında eskisi gibi çevresinde bir çok insan görmeye alışmıştı lokomotif. Zafer ve sonrasındaki bayram günlerinde de böyle süslenmişti. İnsanları gördükçe hafızası tazeleniyor, uzak geçmişi hatırlıyordu. Savaş günlerini anımsadı birden, cepheye asker sevk ediliyor, çektiği onlarca katarla binlerce askeri savaşın ortasına götürüyordu. Arka vagonlardan birinde bir asker elindeki mendili koklayan yanındaki arkadaşına bakıyordu. Ne kadar derin kokluyor kar beyaz mendili. Nişanlısından almış olmalı. Benim bir sözlüm bile yok. Yıllarca boş avare gezdim. Küçükken muhtarın kızına meftundum, ne güzel gülerdi bana. Büyüyünce ne diye koşmadım peşinden. Bir gün savaşa gideceğimi bilseydim çoktan evlenirdim. Arka sıralardan bir türkü işitir. “Ağlayanım anam bacım elin kızı yas mı tutar” Bir elin kızı olsaydı da varsın yas tutmasındı. Nereye gidiyoruz biz, hangi cepheye? Ya geri dönemezsem yada sakat dönersem. Bir gül koklayamadan göçülür mü bu dünyadan? Geri dönebilirsem ilk işim sevdalanmak ve evlenmek olacak.
Savaş bitmiş terhis olan askerleri memleketlerine götürüyordur. Vagonun camına başını dayamış, bozkıra boş gözlerle bakan bir askeri fark eder. Nasıl bir mucize bu, şükürler olsun ki geri dönebiliyorum. Cehennem çukurlarından sağ çıkılabiliyormuş demek. Eve mektup göndermeyeli çok oldu, eli kalem tutan, herkesin mektubunu yazan bir hafız vardı bölükte o da şehit düştü. Beni görünce nasıl sevineceklerdir kim bilir, çoktan öldüğümü sanıyorlardır, pek umutlanmayarak Allahtan umut kesilmez diyorlardır. Geri dönmek çok güzel de ben bu çocuğun eşyalarını anasına nasıl vereceğim. Ben döndüm o dönemdi, geriye künyesi, cüzdanı ve sana gönderemediği son mektubu kaldı, nasıl diyeceğim? Geçen günlerin hepsinden daha zor bu.
Karanlıkta yol alan trenin bütün ışıkları sönmüştü. Kuşetli vagonda herkes gibi yatmış ama uyuyamamış bir genç vardı. Liseyi yeni bitirmiş, birkaç arkadaşıyla beraber üniversiteye kayıt olmaya büyük şehre gidiyordu. Önündeki yeni dünyanın heyecanı uyutmamıştı onu. Horul horul uyuyan arkadaşlarına imrenmişti. Bilen bilmeyen herkes bir şeyler anlatmıştı büyük şehirle ilgili, bol bol öğüt vermişlerdi. Kafası karmakarışıktı. Büyük şehir adamı yutarmış, uyanık olmak gerekliymiş sürekli. Okulu çabuk bitirmek için serserilikten, gezip tozmaktan uzak durmak lazımmış. Niye gidiyormuş, niye bu kadar para döküyorlarmış, okuyup adam olması için. Bunu asla aklından çıkarmamalıymış. Yoksa bilmem kim amcanın oğlu gibi diploma falan hak getire gerisin geriye dönüverirmiş. Ne diye bu kadar şey söylediler ki bana, çocuk muyum ben, ne yapacağımı bilemeyecek miyim? Okuluma da giderim yeri gelir gezer eğlenirim de. Üniversite yılları ot gibi geçirilir mi büyük şehirde. Şu akrabanın evini yarın kolay bulsam bari. Benimle akran bir kızları varmış ilkten o bana öğretir gerekli her şeyi.
Hatırladığı bu heyecanlı öğrenci, lokomotife bir başka öğrenciyi anımsatmıştı. Yaz tatili için memleketine dönen bir öğrenciyi. Evdekiler bavulumun kitaplarla dolu olduğunu görünce yine her dersten bütünlemeye kaldığımı anlayacaklar. Erken dönmeme de izin vermezler, sınavlardan bir hafta önceye kadar salmazlar bir yere. İlk üç gün suratlarına bakılmaz bunların, hele babamın yemeklerdeki cık cıkları hiç çekilmez. Dairenin hafta sonu pikniklerine götürür yine zorla bizi. Bir sürü gereksiz zevatla piknik, ifrit oluyorum. Şu müdürün bana hayran saftirik kızı gelir ama belki. Geçen sene cesaret edemedim, bu sene bir tenhada sıkıştırır, mıncıklarım. Teyzemler gelseler keşke bir süreliğine, kuzenle kaçar göle gideriz kamp yapıp balık tutmaya. Işıklar da sönmedi gitti konyağı açamadım hala.
Müzede ilgiyle dolaşan genç bir çift dikkatini çekti lokomotifin. Yıllar yılı nice aşıklar taşımıştı. Pencereden perona bakan delikanlı ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Tren kalkmak üzere gelmeyecek işte, giderayak bana bunu nasıl yapar. Ne güzel hayaller kurarken beni nasıl terk eder. Ayrı geçecek günlerin kasvetini düşünmek bu derdin yanında dert değilmiş. Çabuk dönerim, sık sık da yazarım demiştim. Şimdi çabuk dönsem ne fayda, kime ne yazacağım. Bu içimin sızlaması geçer mi, geçerse ne zaman geçer?
Bu aşk acısı çeken delikanlının iki sıra önünde ise sevgilisinin yanına gittiği için sevinçten içi içine sığmayan genç bir kız oturmaktadır. Günler, yıllar gibi geçiyordu, ayrılığına dayanamadım, yakında yanında olacağım canım sevgilim. Mektuplar, resimler, kurutulmuş çiçekler de bu hasreti azaltmaya yetmedi. Fotoğrafını öpmekten bıktım, seni öpmek istiyorum artık. Senin sevdiğin ojeleri, sürdüm, beğendiğin parfüm de çantamda. Mektuplarımı sana getiren trenle bu sefer ben sana geliyorum. Haber vermeden geldiğim için kızmazsın umarım, sürpriz yapmak istiyorum. Canım sevgilim bu yol bana çok uzun gelecek.
Müzenin kapanış saatine yakın küçük bir çocukla babası yaklaşır lokomotife. Baba bu tren çok mu eski? Evet oğlum çok eski, bir zamanlar taşıdıklarının, gerçek olduklarından şüphe edilecek kadar eski.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder