
Dikkatimi çeken ilk şey çiçekler olduğuna göre buradan başlasam iyi olacak. Genç bir adamın çiçek taşıması çok dikkat çekmez, anneler günü, öğretmenler günü gibi bir tarihte değilseniz, eğer mezarlığı da gitmiyorsa bu genç adam sevgilisiyle buluşmaya gidiyordur heyecanlı heyecanlı. İhtiyar bir adam ise akşam saatinde elinde çiçekle gitse gitse evine gidiyordur. Bu yaşta zamparalığa çiçekle gidilmeyeceğini bilecek kadar görmüş geçirmiş olmalıdır. Ben bu adamın eve gittiğini varsayıyorum, çiçek ve romantizmi burada birbirinden ayırma gereği duymuyorum ve adamın romantik olduğunu kabul ediyorum. Görmüş geçirmiş dediğime bakmayın, romantik adamın zamparalıkla işi olmaz, uzaktan görmüş ve asla da geçirmemiştir.
Özel bir gün, büyük ihtimalle evlilik yıldönümü o değilse eşinin doğum günü nedeniyle almıştır çiçekleri. Poşetlere bakılacak olursa baş başa bir kutlama yapılacak. Evde eşinden başka bekleyen biri yoktur muhtemelen, çocuklar evlenip gitmiş, kendi evlerini kurmuşlardır. Oğlan başka bir şehirdedir, iki sene önce dünya tatlısı bir torunları dünyaya gelmiştir, haftada birkaç kez telefonla görüşüp sesini duyuyorlardır, bayramda seyranda da yüzlerini görüyorlardır. Kız geçen sene evlendi, yakında bir sitede oturuyor ve hamile, yakında bir torunları daha olacak. Kız tekrar çalışmaya başladığında ufaklığa onlar bakacak, seneler sonra evde yine bebek sesleri yankılanacak. İhtiyarlıkta çocuk bakmak ikinci şark hizmeti gibi bir şey olmalı. Çok keyifli tarafları olacağını da inkar etmiyorum tabi ki. Ne de olsa torun sahibi olmak geleneksel büyük saadetlerden biridir.
Bu arada adamın ne işle meşgul olduğu kısmını atladım. Sahi ne işle meşguldür acaba? Bu saatte eve döndüğüne göre bir yerde çalışıyor gibi görünüyor ama bana kalırsa emekli, Evde boş duramayan tiplerdense bir yerde çalışmaya devam ediyordur. Emekli bir öğretmen olabilir, eski tüfek solculardan emekli bir tarih öğretmenidir belki. Eğer böyleyse eşi de kesin emekli öğretmendir, öğrenciliklerinde ya da ilk görev yerlerinde tanışmışlardır. Memlekette oradan oraya gezerken kitaplar biriktirmişlerdir. Marangoza özel yaptırılan, bir duvarı boydan boya kaplayan kitaplık olmalı evde. Hangi kitaplar vardır; klasiklerin bir çoğu, bazı şiir kitapları, mesela Cahit Külebi’nin, Ahmed Arif’ın, sayfa kenarları yeşil savaş romanları serisinden de bazı kitaplar vardır, “savaş romanları serisi” kapak köşelerinde asker miğferi şeklinde yazar, bunlardan “Bir Askerin Anıları”, “4000 Metreden Hücum”, Hitlerin Acık Deniz Filosu”, “Pasifik Savaşı”, yıllar önce okunmuş, orta rafların bir kenarında duruyordur. Üst raflardan birinde Brittanica veya Laurousse ansiklopedilerinden birinin tüm ciltleri numara sırasıyla dizilmiştir. En alt raf dergilere ayrılmıştır, uzun yıllar takip edilen “Bütün Dünya” dergisinin pek çok sayısı bu raftadır. Adamın tarih öğretmeni olduğunu düşündüğüme göre tarih kitaplarını unutmamalıyım. Cemal Kutay’ın “Örtülü Tarihimiz”, “Bilinmeyen Tarihimiz” serileri olabilir, yok yanılıyorum, Cemal Kutay’ı sevmiyordur bu adam yoktur o seriler. Çeşit çeşit farklı tarih kitapları vardır. Yine dergiler rafında “Tarihi Osmanlı Mecmuasının” bazı sayıları birkaç boy tarih atlasıyla beraber duruyordur. Başka, başka ne olabilir? Üç Kemallerin romanlarından illa ki birkaç tane vardır, bir çok Aziz Nesin kitabı olduğundan da hiç şüphem yok.
Evde bekleyen hanımı tahmin ettiğim gibi yalnızdır, yemeklerin altını yeni söndürmüştür. Sofrayı bu akşam mutfak masasına değil, salondaki yemek masasına kurmuştur. Bayramlarda ve misafir geldiğinde çıkardığı, çeyizinden kalma porselen yemek takımını çıkarmıştır. Bol marullu ve havuçlu yeşil salata vardır masanın ortasında, yanında birkaç zeytinyağlı, ocağın üzerinde ezogelin çorba, tavuklu mantarlı sote ve pirinç pilavı. Kocasını beklerken izlediği belgeseldeki manzaralara dalıp gitmiştir. Klasik olan ama düşündükçe ve konuştukça çok sevdikleri bir emeklilik hayalleri vardır; küçük bir sahil kasabasında bahçeli bir ev alıp yerleşmek. Şimdilik yapamadıkları, ama hiç unutmadıkları bir hayaldir bu. Gerek iş gerek çocuklar nedeniyle on yıl önce geldikleri büyük şehirden ayrılamamışlardır. Peki öncesi nasıldı? Öncesi muammaydı, büyük küçük pek çok yer gezmişlerdi, birçoğu sürgündü tabi. Ahşap evlerde, kerpiç evlerde oturmuşlardı, tavan arasından farelerin, bodrumundan kurbağaların çıktığı evler görmüşlerdi. Belki diyordur belki üç beş sene sonra gider yerleşiriz küçük şirin bir su kenarı kasabasına.
Eş zamanlı olarak, önümde yürüyen adamından aklından aynı hayal geçmektedir. Üç beş sene sonra bu çiçekleri evlerinin bahçesinden toplayıp sofraya getireceğini, hanımının da salatayı bahçenin yeşilliklerinden yapacağını düşünmektedir. Yaşımız iyice ilerledi, büyük şehirde yaşamak gençlerin harcı, hele şu kız hayırlısıyla doğursun da, ufaklık biraz büyüyüp anaokuluna başlayınca biz de buralardan çeker gideriz diyordur.
Üst geçidin merdivenlerinden inerken kafasındakilerin ağırlığı üzerine çökmüş gibiydi, sol elindeki ağır poşeti birden yere düşürdü, bir şişe kırılması sesi duyuldu. Durmuş poşete bakıyordu, yanından geçerken keskin anason kokusu geldi burnuma, yüzüne bakamadım karanlıktı, içim cız ederken başımı önüme eğip yoluma devam ettim. Ah be amca ne yaptın, böyle de sakarlık olmaz ki.
1 yorum:
:(( gitti ufak.
Yorum Gönder